DÖNÜŞEN DÜNYADA DAYANIKLI TOPLUM MU!
ÖZNE TOPLUM MU! *
Hangi Dil
Dönüşen dünyada dayanıklı/dirençli toplum perspektifi, toplumların hep savunma pozisyonunda kalmasına işaret ediyor. Bu küresel sermayenin ideolojik olarak dayattığı bir dildir.
Çünkü küresel sermaye dünyanın dönüşümünde toplumların özne olmasını istemiyor. Dönüştürdükleri dünyaya toplumların uymasını istiyor.
Buna karşı toplumlardan yükselen sesin sadece dayanmak, direnmek olması zaten bu ideolojik tuzağa düşülmesi anlamına geliyor.
Toplumlar, dönüşümün nesnel dinamiklerine etki eden ve dönüşümü yönlendiren iradeleri, kendileri dışındaki iradeler olarak gördükleri sürece, dış iradelerin arkasından sürüklenmekten kurtulamazlar.
Bu nedenle dünyanın dönüşümünde dayanıklı toplumlardan değil aktif/özne toplumlardan söz etmek gerekir. Dönüşümde aktif toplumlar nasıl gelişebilir, bu sorunun cevabını aramak gerekir.
Elbette bu arayış birçok dünya toplumunun dünyadaki yıkıcı dönüşümlere karşı dayanmak ve direnmek üzerinden verdikleri mücadeleyi değersiz ya da önemsiz görmeyi gerektirmez. Tam tersine bu dayanma ve direnme mücadelesi aktif/özne toplumlar aşamasına geçiş için son derece önemli imkanlar üretebilecek bir süreçtir. Burada dikkat çekmek istediğimiz husus bu dilin nasıl kurulması gerektiğine yöneliktir. O da şudur: Dönüşen dünyada toplumların dayanıklı ve dirençli olmaları gerek şarttır ama yeter şart değildir. Yeterli olabilmek için toplumların dönüşüm sürecinde özne gücüne de ulaşması gerekir.
Dünyanın dönüşüm mecraları
Dünyanın dönüşümünü bazı mecralar için sadece başlıca özelliklerinden biriyle ifade etmek gerekirse şunları tespit etmek mümkün.
1- Dijital Dönüşüm: Bilinen hakikatten uzaklaşma, yabancılaşma ve sanal hakikatlerin oluşması.
2- Ekonomik Dönüşüm: Kapitalizmin yerel ve bölgesel olarak yaşadığı kesintili yapısal krizlerin yirmi birinci yüzyılda küresel seviyede sürekli yapısal kriz özelliği kazanması. Diğer deyişle küresel seviyede kapitalizmin krizler çağına girmiş olması.
3- Siyasi Dönüşüm: Liberal demokrasilerin aşınması, sosyal devletten uzaklaşma, haklar ve özgürlükler alanındaki sorunların artışı.
4- Hukuki Dönüşüm: Evrensel hukuk ve uluslararası kurumlar söyleminin çöküşü.
5- Sosyal Dönüşüm: Aileye ve bireye bakışı etkileyen sosyal süreçlerle geleneksel toplumların çözülme tehlikesinin artması.
6- İdeolojik-Kültürel Dönüşüm: Bireyi her mecrada atomize ederek ve biriciklik duygusuyla bütünsel bakıştan uzaklaştırarak anonimleştiren, bireyi doğal cinsel kimliği dahil doğuştan gelen özelliklerinden arındıran, bireyciliği (‘ben’ciliği) yeni insan kimliği olarak benimseten ideolojik-kültürel saldırılarla; doğal aile ve doğal birey kimliklerinin tasfiyeye zorlanması.
Paradigmaların Çöküşü: Tüm bunlara bakıldığında dünyanın klasik paradigmalarının kendi içine çöküş sürecine girdiğini buna karşın yeni paradigmaların açığa çıkmasında büyük zorluklar olduğu bir Araf (ara dönem) çağında olduğumuz söylenebilir. Dünya, insanlığın cennete mi cehenneme mi gideceğinin belli olmadığı bir dönüşüm içerisinde diyebiliriz.
İlk Çeyrek Tamamlanırken Olgusal Durum ve Dünyanın Krizleri
Evet, günümüz dünyasının radikal bir şekilde dönüşüm içinde olduğu görülüyor. Dünyanın her alanda krizler yaşadığı bir dönemden geçiyoruz.
Başka deyişle dünyanın dönüşümü krizler üretme şeklinde gerçekleşiyor. Dönüşümün belirleyici sonuçlarını adeta krizler oluşturuyor:
Ekonomik süreçlerde kapitalizmin; ülkesel, bölgesel ve küresel bunalımları artıyor.
Ulusal ve uluslararası siyasal sistemlere ilişkin sorunlar, çözülmek bir yana giderek kronik bir hal alıyor.
Uluslararası ilişkilerde hukuki süreçler etkisini kaybediyor.
Dünyanın her yerinde toplumlar kendi çerçevelerinde bir varoluş mücadelesine girmiş durumda.
Varolma mücadelesi (bağımsız bir ülke ve kendi değerlerini koruyan bir toplum olarak varoluş çabası) Milli devletlerin ontolojik tehdit altında olduğunu gösteriyor.
Yaşadığımız bu dönemde güç savaşları giderek yoğunlaşıyor ve bu güç savaşları artık diplomasi, hukuk gibi örtülere de ihtiyaç duyulmadan açıktan yapılıyor.
Her türlü hukuksal ve diplomatik perdesi yırtılmış açık güç savaşlarının (ekonomik, finansal, siyasi, askeri, kültürel ve sistematik yalan ve sürekli tekrara dayanan algısal savaşların) yükselişi çok belirgin hale geliyor.
Uluslararası toplum açısından güven veren ve bağlayıcı olan hiçbir kurum, norm ve değer yok. İnancın, hukukun, vicdanın, ahlakın ve her türlü insani değerin araçsallaştırıldığı bir dünyada yaşıyoruz.
Şunu belirtmek gerekir ki dünyanın yaşadığı bu krizler sarmalı ve katmanlı kriz süreçleri birbirinden beslenen hem belirleyen hem belirlenen süreçlerdir. Kriz mecralarından hiçbiri diğer alanları tek başına tayin etmediği gibi hiçbiri de başka kriz mecralarıyla sadece belirlenen bir özelliğe sahip değildir. Bu nedenle dünyanın krizleri analiz edilirken çok olasılıklı ve iç içe geçen süreçler olarak değerlendirme yapmak daha isabetli olur.
Negatif Öngörüler/Riskler
Çatışma, savaş ve tahribe dayanan rutin dışılığın normalleşmesi. İçe kapalı milliyetçiliğin kalıcılaşması.
Batıda ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslam düşmanlığının olağan görülmesi. Etkisini giderek yitiren uluslararası sisteme ilişkin yapıların dağılması.
Tüm dünyada yapıcı geleneksel değerlerin ve semavi dinlerin etkisizleşmesi, dinlerin ve değerlerin toplumlara (ve bireye) etki güçlerinin büyük ölçüde azalması.
Toplumların parçalanması ve doğal ailenin tasfiyesi, doğal kimliklerin yokoluşu. Kaosun egemen hale gelmesi (distopik bir gelecek).
Bu gidişatta ya dünyanın daha adil bir şekilde yeniden yapılanması için yollar bulunacak veya insanlık kaosun hâkim olduğu, orman kanunlarının işlediği bir karanlığın içine sürüklenmeye devam edecek.
Yeni Bir Çağ Perspektifi
Dünyanın adil yeniden yapılanması yaklaşımı adeta yeni bir çağ başlatmak anlamını taşıyor. Yirmi birinci yüzyılın olguları analiz edilmeden “yeni çağ” perspektifi elbette ortaya konamaz.
Ancak kabul edilmesi gereken bir gerçek var: İçinde bulunulan dönemin olgusal analizi, tarihsel birikimden bağımsız olarak bir kopuşla da yapılamaz. O nedenle birikimci bir tarih anlayışına dayanan yeni bir tarih bilinciyle çağımızın ihtiyaç duyduğu hatta olgusal boyutta ürettiği kavramlara ulaşmamız gerekiyor.
Bu kavramlar yepyeni sistemsel içeriklere sahip olabileceği gibi bazı eski kavramların yenilenmesi, güncellenmesi, yeniden yapılandırılması şeklinde de olabilir.
Bunun için evet “bugünün ve dönüşümün üzerine düşünmek” yöntemsel olarak en önemli gerekliliklerden biridir ancak bu düşünme faaliyetini tarih bilinciyle yapmak da diğer önemli bir gerekliliktir.
Gelişme dinamikleri ve gelecek öngörüleri açısından ise “yeni bir çağın eşiğinde olmak” iddiası zaten yirmi birinci yüzyıldaki temel fikri iddialardan biridir. Covid19 olgusunun yanında Rusya-Ukrayna krizinin; sosyal, ekonomik, kültürel, siyasal ve askeri etkileri ile küresel seviyede insanlığı zarara uğratma kapasiteleri bu yeni çağ eşiğinde olma tezinin doğruluğunu güçlendiren etkiler yaptı ve daha da yapacak gibi görünüyor.
Bu nedenle eşiğinde olduğunu hissettiğimiz bu “insanlığın yeni çağı”na ilişkin her boyutuyla kafa yormak yani bunu düşünmek zorundayız.
Bundan kaçış olmadığı gibi bu ihtiyacı küçümsemek de büyük bir yanılgı olacaktır. Buna göre bu yüzyılda;
-siyasal sistemin temelini ve esaslarını belirleyen devlet-toplum ilişkisinin,
-haklar ve özgürlükler yaklaşımıyla şekillenen ve işleyen devlet-birey ilişkisinin,
-ülkesel aidiyet, yurtseverlik ve millet bilinciyle belirlenen devlet-ulus ilişkisinin,
-küresel sistem içinde ülkelerin yerine ve rolüne göre ortaya çıkan ülke-dünya ilişkisinin, nasıl yapılandırılacağı konuları temel fikri mecralar olarak öne çıkıyor.
Küresel güç savaşlarına kendi bağlamında ve doğru bir şekilde hazırlanabilmek ancak böylesi bir düşünce faaliyetini gerçekleştiren ülkeler için mümkün olacaktır.
Bu bakımdan önemli avantajları olan Türkiye sadece kendisi için değil tüm dünya için yeni bir perspektif geliştirme kapasitesine sahiptir.
Yeni Evrenseli İnşa Etmek
Yeni bir çağ perspektifi geliştirebilmenin temeli ancak yeni bir evrensel inşa sürecini başlatmakla atılabilir.
Bu inşa süreci yerelden küresele yükselen bir özellik taşımalıdır.
Batı merkezli değil dünyayı her yönden kuşatan çoklu/bölgesel merkezler oluşturarak evrenselin kurucu unsurlarını ortaya çıkarmalıdır.
Küresel egemenlik sömürü ve kaosa dayanan ekonomik ve siyasi üst güç odaklarına ait olmaktan çıkarılmalıdır.
Küresel seviyede; yerelden gelişen, ülkesel ve bölgesel güçler arasında paydaşlığa dayanan bir sistem oluşturulmalıdır.
Doğusuyla, batısıyla, kuzeyiyle, güneyiyle tüm coğrafyaların ulusal ve toplumsal iradeleri “eşit haklı ve eşit seviyeli” bir şekilde küresel sistemin asli aktörleri haline gelmelidir.
Yeni evrensel, insanlığa dayatılmış olan; sömürü, savaş ve kaos esaslı; güvensizlik üzerine kurulu ve karmaşayı kalıcılaştıran mevcut küresel sistemi tasfiye etmelidir.
Bu nedenle “Yeni Bir Evrensel” ancak dünyanın gidişatında sermaye esaslı güç odaklarının ihtiyaçlarını belirleyici olmaktan çıkaran, insanlığın yerel parçalarının öz ihtiyaçları ile insanlığın ortak ihtiyaçlarını birlikte gözeten adil bir küresel sistem kurulmasıyla sağlanabilir.
İşte bu yüzden “Dünya Beşten Büyüktür” ve “Adil Bir Küresel Düzen Mümkündür” vizyonları bu yüzyılın en önemli ekonomik, siyasi ve hukuki açılımlarıdır.
Pozitif Perspektifler/Olması Gerekenler
1- Özel Olarak
a- Dönüşen Dünyanın Büyük Tehlikesi Dijital Faşizm ve Milli Devletlerin Dijital Faşizme Karşı Yükümlülüğü
Günümüzde her mecrada gelişen ama özellikle de sosyal medyanın sınırsız kullanımı üzerinden yaygınlaşan yıkıcı ve zararlandırıcı ifade etme biçimleri herkesin pozitif ve negatif ifade özgürlüğünün en büyük düşmanı haline geldi.
Yıkıcı ve zararlandırıcı ifade etme biçimleriyle bir anti-özgürlük alanı oluşturuldu. Bugün ifade özgürlüğünü kemiren bu anti-özgürlük alanına karşı hukuk içinde önlem almak ve yaptırımlar uygulamak toplumların en önemli ihtiyaçlarından biri haline geldi.
Bu nedenle günümüzün demokratik devletleri gerçekten hukuk devleti olacaklarsa zararlandırıcı sonuçlar doğuran ve yıkıcı olan ifade etme biçimlerinin ifade özgürlüğü alanında kalmadığı bir hukuk düzeni kurmak zorundadır.
Başka bir deyişle hakiki ifade özgürlüğü için ifade özgürlüğü görünümlü tüm yıkıcı ve zararlandırıcı ifade biçimlerinin hukuk yoluyla önüne geçilmesi gerekir. Aksi halde özellikle sosyal-medya ve dijital platformlar üzerinden oluşturulan anti-özgürlük alanlarıyla dijital faşizm riski artmaya devam edecektir. İnsanlığı bu kabustan kurtarmak için henüz çok geç değildir.
b- Bölgesel Yapılanmalara Geçiş
Yeni bir evrensel inşası ve adil bir küresel düzene geçiş ancak milli devletlerin yerelden küresele doğru gelişen iş birlikleri ile gerçekleşebilir. Bu bağlamda;
coğrafya esaslı sınır genişleterek güç merkezi oluşturmaya çalışan bölgesel yapılar,
birleşik coğrafya olmasa da iktisadi ortaklaşmalarla güç merkezi oluşturma hedefli bölgesel yapılar,
yine birleşik coğrafya olmasa da siyasi ortaklaşmalarla güç merkezi oluşturma hedefli bölgesel yapılar
kurmak dünyada giderek daha güçlü seçenekler haline geliyor. Tüm bu bölgesel yapıların bir hukuk sistemine dayanarak ve bu hukuk sistemini geliştirerek güçlü bölgesel hukuk düzenleri oluşturmaları da bir imkân olarak öne çıkıyor.
İmkanlar ancak ihtiyaçlar üzerinden doğabileceğine göre Orta-Doğu, Afrika, Asya, Orta ve Güney Amerika açısından bölgesel yapılar kurma ihtiyacının belirgin hale geldiği tespit edilebilir.
Bu durumda sürekliliği olan, bir hukuk düzenine ve milli devletlerin eşit haklı, eşit seviyeli iş birliğine dayanan bölgesel yapılar kurmaya yönelik politikalar geliştirmenin çöküş sürecine girmiş dünya paradigmasına karşı yeni bir paradigma oluşturmak için çok etkili bir milli devlet inisiyatifi olacağı öngörülebilir. Milli devletlerin bu yöndeki irade beyanları ne kadar güçlü olursa hem eski paradigmaların çöküş sürecinde yaşayacakları savrulmalara karşı sağlam bir direnç gösterme ihtimalleri artabilir hem de yeni evrenselin inşasına yol açacak yeni paradigmalar için kuvvetli imkanlar doğabilir.
Bölgesel yapılanmalar perspektifi, küresel emperyalizmin milli devletlere yönelik parçalama; iç bölge yönetimleri, haydut devletler, devletimsi vekil yapılar kurma stratejisine karşı çok güçlü bir karşı çıkış ve atak sağlayabilir. Milli devletlerin kuracağı bölgesel yapılar küresel emperyalizmin milli devletlere saldırısına karşı bir savunmadan daha çok ciddi ve sonuç almaya dönük anti-emperyalist bir başkaldırı sağlayabilir.
2- Genel Olarak
Ülkesel bağımsızlıkların güçlenmesi. Bunun için öncelikle sermaye kontrolünde olmayan sermaye ile iş birliği yapan Milli Devletlerin kurulması.
Bağımsız ülkeler arasında iş birliği ve dayanışmanın gelişmesi ve Milli Devletlerin işbirliğine dayanan küresel hukuk sistemine geçiş.
Küresel şirketler üzerinden “şirketler dünyası” kurulması tehlikesinin ortadan kalkması. Bunun için;
- Ulusal Demokrasilere geçiş.
- Milli Ekonomik Programların uygulanması.
- Kamuculuğun güçlenmesi.
- Sermayenin sosyalleştirilmesi.
- Sosyal istihdamın geliştirilmesi.
- Bağımsız ülkelerde sosyal adaletin tesisi.
Irkçılıkla, yabancı düşmanlığıyla, başta İslam düşmanlığı olmak üzere din düşmanlığıyla mücadelede başarılı olunması.
Kültürel bozulmaların önüne geçilmesi, kozmopolitizmin kimliksizleştirme etkilerinin ortadan kaldırılması, yapıcı geleneksel değerlerin ve inanç sistemlerinin korunması.
Bireyin doğal kimliğinin korunması, Doğal bireyin sahiplenilmesi.
Çoklu cinsel kimlik dayatmasına karşı doğal cinsel kimliklerin ve doğal ailenin korunması. Bireyciliğe(bencilliğe) karşı dayanışmacı bireyin, ailenin ve toplumun korunması.
Sonuç
Toplumlar ancak Bağımsız Milli Devletler eliyle dönüşen dünyada özne haline gelebilirler.
Aksi ihtimalde toplumlar küresel emperyalizme, büyük şirketlerin tamamen egemen olacağı geleceğin kapitalizmine teslim olurlar.
Bu nedenle yeni bir evrensel inşası ve adil bir küresel düzene geçiş insanlığın önündeki tek çaredir. Bu da ancak Bağımsız Milli Devletlerin eşit ve adil iş birliğiyle sağlanabilir.
*(16 Ağustos 2023 Konferansı Konuşma Notları) |