Parlamenter Sistem Otoriterleşmeyi Getirir
Dünyada anayasayı en çok tartışan ülkenin Türkiye olduğunu söyleyen Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Uçum “Parlamenter sistem kriz üretmeye elverişli bir yapı. Bu sistem böyle devam ederse otoriterleşme getirir" dedi.
Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne ilişkin referandum süreci öncesinde, sistemi destekleyenler ile karşı çıkan siyasi parti ve toplumsal uzantıları da netleşmeye başladı. AK Parti ve MHP seçmene ‘sandıkta evet oyu kullanın’ çağrısı yaparken, CHP ve HDP ´hayır oyu kullanın´ diyor. Sisteme karşı çıkanların buna gerekçe olarak bugüne kadar sundukları temel itirazları süreci en iyi takip edenlerden biri olan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum’a sorduk.
ZAMANIN İHTİYACIYDI
-‘Hayırcıların’ en çok kullandığı argümanlardan biri, “Bir yandan DEAŞ diğer yandan PKK terörü yaşanıyor. Anayasa değişikliğinin zamanı mı?”
Zamanlama irade ile belirlenmez. Bu anayasal değişiklikler, bir siyasi mühendislik faaliyeti değil. 15 Temmuz faşist FETÖ’cü darbe girişimi ve işgal hareketine karşı kurtuluş mücadelesi ve milli bir devrimle ortaya çıktı. Bahçeli’nin çıkışı ve toplumun talepleri, yürütmenin ihtiyacı bir araya geldi. Siyasetin görevi olgunlaşan değişikliklerin taşıyıcılığını yapmak, zamanın ihtiyacına yanıt vermektir. Böyle yapmayan siyasetçiler, siyasi yapılar, gericileşir, marjinalleşir ve sonuçta yok olup giderler.
OHAL TERÖRİSTLER İÇİN
- Deniyor ki OHAL´de demokratik bir referandum yapılamaz. Fransa’da OHAL son iki yıldır olağan durum haline geldi, 15 Temmuz 2017’ye kadar uzatıldı. Fransa’da hem Cumhurbaşkanlığı seçimi hem de parlamento seçimi OHAL’de yapılacak. İkincisi Türkiye’deki bu OHAL, halka karşı değil halka düşman faşist FETÖ gibi yapılara ve terör örgütlerine karşı ilan edildi.
KRİZ İÇİN ELVERİŞLİ
-AK Partililer anayasa değişikliğinin gerekçesini "fiili durumu hukuki olarak düzeltmek" olarak sunuyor. Muhalefet ise “Madem fiili olarak yetki var, neden değişiklik istiyorsunuz” diyor. Bu sistem, anayasal düzeyde kriz üretmeye elverişli bir sistem. Bu sistemi böyle devam ettirmek, geleceğe dönük siyasal krizleri ve otoriterleşme eğilimlerini devam ettirmek demektir. Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğuna dayalı Başbakanlıktan oluşan mevcut durum, anayasal seviyede kriz üretebilen bir sistem.
-Yani Erdoğan için değil, Türkiye’nin istikrarı için isteniyor.
Şimdi sistemde bir sorun çıkmıyor ama bunun sebebi, Cumhurbaşkanı ile Başbakan´ın uyumlu çalışmasıdır. Ama bir sistemin geleceğini, insanların becerisine bırakamayız. Bunu değiştirmek için anayasal anormalliği düzeltmek lazım. meşruiyet ihtiyacı
- Sistemde, halkın seçtiği Cumhurbaşkanına, TBMM Başkanı vekalet ediyor. Yeni sistemde Cumhurbaşkanı, yardımcıları atamayla geliyor. Bu milletin temsil gücünü yansıtmaz deniyor.
Bu son derece hatalı. Ya konuya hakim değiller ya da bilerek çarpıtıyorlar. Cumhurbaşkanı, ne kadar isterse o kadar yardımcı atayacak. ABD’de Başkan yardımcısının seçilmiş sayılmasının sebebi, bir meşruiyet ihtiyacıdır. Trump başkan seçildi, diyelim ki 6 ay sonra sağlık sebepleri nedeniyle görevinden ayrıldı. Yardımcısı Başkan olacak ve kalan 3.5 yılı tamamlayacak. Dolayısıyla orada bir meşruiyet sorunu olmaması için seçilmiş sayılması söz konusu. Bizim önerdiğimiz Cumhurbaşkanı yardımcısı ise seçimlere gidene kadar ki 45 gün vekalet edecek ve başkan sıfatı olmayacak. Bu sadece seçime götürme vekaleti, kalan süreyi tamamlama hak ve yetkisi yok. Öte yandan burada dolaylı bir meşruiyet de var. Cumhurbaşkanı yardımcısını tayin eden kişi zaten seçilmiş olan Cumhurbaşkanı, seçilmiş hükümetin tasarrufunun meşruiyeti söz konusu.
50+1 SİYASAL AKTÖR
Türkiye’nin mevcut sosyolojik yapısına göre yüzde 50+1 oya ulaşan herhangi bir siyasal aktör, çoğunluğun desteğini almış demektir. Çünkü hiç bir siyasi aktör tek bir kimlik veya ideolojinin desteğiyle yüzde 50+1 oyu alamaz. Türkiye’nin bu çeşitlilik içeren yapısı içinde yüzde 50+1 almak, çoğulculuğun minimum tabanıdır. Yüzde 50+1’i alan Cumhurbaşkanı, çoğulcu bir yapının desteğini alarak oraya geleceği için hiçbir zaman çoğunluğun azınlık üzerinde egemenliğini sağlayacak şekilde bir pratik üretemez. Çünkü böyle yaparsa o çoğulcu yapı dağılır, onu karşısına almış olur.
´Evet´ demek cesaret ister
Türkiye’de, OHAL yönetimi altında yürüyen referandum sürecine dair bir tek sınırlama gösteremezler. Bütün medyada hayır’cıların sesi evet’cilerden fazla çıkıyor. Yani “Bu OHAL, hayırcıların sesini bastıracak” deniyorsa, bu nasıl bastırmadır ben anlamadım! Türkiye’de temsil alanlarında evet yanlılarının sesi çok az duyuluyor. En son Rıdvan’a, Arda’ya yapılanlara bakın. Şu anda ülkemizde hayır demekte dibine kadar rahatlar insanlar, ama evet demek bazı çevreler bakımından cesaret istiyor. Venedik Komisyonu raporu objektif değil. Fransa’da OHAL’de seçim uygundur deyip Türkiye’de değil demek iki yüzlülüktür.
Venedik´in sorgulaması haddi değil
´Anayasa değişikliği yılların birikimi´ diyen Uçum ´Ne Venedik ne de başka kriterler bizi sorgulayamaz´ dedi.
Evet demek isteyenlerin sesinin yeteri kadar duyulamaması, bir mahalle baskısının da göstergesi midir? Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen de anayasa değişikliği paketinin TBMM’den geçiş hızını ve ‘Venedik Komisyonu Raporunu’ gerekçe göstererek ‘Kısa süredeki anayasa değişikliğiyle gelen sistem demokratik meşruiyet taşımaz’ diyor. Anayasa değişikliğini toplumun anlayabilmesi için gerek makul, evrensel bir tartışma süresi var mı? Açık alanda söylemeye çekiniyorlar... Ayrıca OHAL ile terör örgütlerinin yarattığı korku ortamı izale edilerek insanların ve demokrasinin güvenliği sağlanır. Gelelim Rıza Türmen’in hızlı olduğu iddiasına. Türkiye sivil ve yeni anayasa ihtiyacını 90’lı yıllardan beri çok yoğun bir şekilde tartışıyor. Ben 1992’de başladım yeni anayasa ve sivil anayasa tartışmalarına ve ömrümün neredeyse yarısı bu tartışmayla geçti. Yani Türkiye’nin anayasa tartışması konuşunda çok büyük bir müktesebatı var. 2010 anayasa değişikliğinden sonra yeni anayasa platformu bütün Anadolu’yu dolaştı.
Müthiş bir birikimin sonucu
Mecliste kurulan Anayasa Komisyonu, sayısız anayasa toplantıları yaptı. Meclise toplumdan yüz binlerce görüş geldi. Meclis Uzlaşma Komisyonu, sivil toplum kuruluşlarını ağırladı ve onların görüşlerini aldı. Toplumun yeni anayasa talepleri konusunda 100 bin sayfadan fazla külliyat var. Dünyada belki de anayasa değişikliğini bu seviyede ve bu yaygınlıkta tartışan tek ülke Türkiye’dir. Müthiş bir birikim var, aceleye getirilmiş bir şey değil. Bir de 15-16 Temmuz, Milli Demokratik Halk Devrimi’nin ortaya koyduğu bir ihtiyaçtır, bu değişiklik. Bunun meşruiyetini ne Venedik komisyonu ne de diğer kriterler asla sorgulayamaz. Bu meşruiyet, Türkiye’nin ülkesel dinamiklerinden, siyasi gelişmelerden, toplumsal taleplerden kaynaklanan bir meşruiyettir.
´Tek adam rejimi´ değil! Dengeli kuvvet
Cumhurbaşkanlığı sistemi, Türkiye’yi diktatörlüğe veya tek adam yönetimine mi götürüyor?
Bu tek kişilik hükümettir. Ama tek adam rejimi değildir. Tek adam rejimi otoriterliğe dayanan bir rejimdir. Kurulan sistem tam bir kuvvetler ayrılığını güvencelediği ve kuvvetler arasında bir denge sağladığı için buradan bir otoriterleşme çıkmaz, bu bir. İkincisi, yüzde 50+1 oy alan herhangi bir aday bir çoğulcu yapının desteğiyle bu oyu aldığı için onun sosyolojisi bu otoriterleşmeye izin vermez. Meclis kötüye kullanım ya da bir problem çıktığında mevcut cumhurbaşkanına karşı harekete geçme ve seçimleri yenileme imkanına sahip olduğu için de çıkmaz. Dördüncüsü ve daha önemlisi, hiç bir hukuki sistem kendi başına bir otoriterlik üretmez ve kendi başına otoriterliği engelleyemez. Otoriterlik ve tek adamlık meselesi, ekonomik, sosyal, siyasal koşullara, ülkenin bulunduğu konjonktür, bölgesel ve küresel egemenlik savaşlarıyla ilgilidir. Bütün bunları söylemek, bu sistemden bir otoriterlik veya diktatörlük çıkar demek, bir hukuk mühendisliği yapmaktır.
Demokrasiye inanmıyorlar
Muhalefetin böyle düşünmesinin temel kaynağı şu: Yani meclisi de hükümeti de aynı parti alırsa? Bu demokrasiye inanmamaktır. Tam tersine, bu tezi ileri sürenler otoriterleşme imkan açıyor. Demek istiyorlar ki öyle bir sistem kuralım ki Cumhurbaşkanı bir partiden, meclis çoğunluğu başka bir partiden olsun. Bu hukuk mühendisliği ve halkın iradesini bastırmak değil midir? Siyaset ve toplum mühendisliği yapmak değil midir? Tam tersine burada demokratik bir sistem, seçim ilkesine dayanan ve uyumsuzluk çıktığında halka giden bir sistem kurulmaktadır. Kötüye kullanım halinde de siyasi dinamikler, toplumsal tepkiler, o günün kamuoyu, demokratik reaksiyonlar devreye girecektir. Bu sistem sosyoloji ve siyasal dinamiklere alan açtığı yani meşruiyeti çok güçlü bir sistem olduğu için, otoriterleşme eğilimi gösteren siyasiyi anında tasfiye eder.
´Sol´ da sağ da temsil ediliyor
-Sandıkta sol oyların yüzde 30’da kaldığı ve CHP’nin Cumhurbaşkanlığı sistemiyle hükümet kurma ya da ortağı olma olasılığının ortadan kaldırıldığı savunuluyor.
İktisatçı İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sağ soldur, sol da sağdır” analizini hatırlamak lazım. Halkın karşısına tezle çıkma değil, halkın taleplerini teze dönüştürme siyaseti, sosyolojik siyaset solu belirler. CHP ise seçkinci, üstenci ve uzaktan temsil siyaseti yapar. Çok enteresan, sosyal politikaları ve halka dayanan siyaseti son 15 yıldır Türkiye’de kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımlayan AK Parti uyguluyor. Bu anlamda, aslında Türkiye’nin solu da AK Parti’de temsil ediliyor.
Önceliğimiz yurtseverlik
CHP, esas itibariyle monolotik bir ideolojik anlayışa sahip, CHP’nin çoğulculaşması lazım. Milli ve yerel dediğimiz kavramın içeriği de budur. Yerel değerleri üzerinden toplumu kavramak, toplum mühendisliğinden, siyaset ve hukuk mühendisliğinden kaçınmak. Toplumun değerleri, talep ve ihtiyaçları üzerinden siyaset üretmek ve tez dayatmamak. Türkiye’de şu anda önceliğimiz artık yurtseverliktir. Tabii ki yurtseverliği güçlendirirken demokrasiyi geliştirmek de diğer bir yükümlülüğümüz. Değişimden kaçamayız ama değişimi ülkemizin bütünlüğünü gözeterek yapmak zorundayız.
Cumhurbaşkanlığı, Rejimi Güçlendiriyor
Mehmet Uçum, iddia edildiği gibi cumhurbaşkanlığı sistemi ile rejimin değişmediğini aksine anayasa değişikliğiyle birlikte hem Meclis’in hem de cumhuriyet rejiminin güçleneceğini söyledi.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, cumhurbaşkanlığı sistemi ve yeni anayasa konusunda referandum süreci öncesi ESMEDYA’nın sorularını yanıtladı. Türkiye’de 19 Mayıs 1919’da başlayan millet olma sürecinin, şimdi kapsayıcı bir Türk milleti kavramıyla tamamlandığına dikkat çeken Uçum, önerilen sistemle Türkiye’de gerçek anlamda kuvvetler ayrılığı geleceğine, diktatörlük yolunun kapatılacağına dikkat çekti.
PROFİL DEĞİŞECEK
Cumhurbaşkanlığı sisteminin en önemli özelliği nedir?
Parlamenter hükümette, Meclis içinden seçilen başbakan, bakanlar vardır. Kabine esaslı olduğu için tek kişilik değil kurul hükümetidir. Başkanlık sisteminde ise hükümet, direkt halk tarafından başkanın seçilmesiyle kurulur. Başkanlık sistemi hükümetinin en önemli özelliği, başkan dışında görev yapan yardımcı veya bakanların siyasi profilleri düşüktür. Oysa parlamenter hükümette, başbakan kadar diğer bakanların da hizmet aktörlüğünden daha çok siyasi kimlikleri öne çıkar. Çünkü bakanlıklar genel siyasi teamüller gereği vekillerden seçilmekte. Milletvekilinin seçmene ve temsil ettiği partiye karşı siyasi sorumluluğu, bakanın hizmet için teknokratlık özelliği taşıması sebebiyle uyumsuzluklar çıkıyor. Türkiye’deki sistemde, 2014’ten bu yana halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Meclis çoğunluğuna dayanan Başbakanlıktan kaynaklanan iki başlılığın yanı sıra hükümet içinde her bakanın ayrı siyasi kişilik olması nedeniyle inanılmaz çok başlı hükümet modeli ortaya çıktı. Sanki ne kadar bakanlık varsa, o kadar hükümet pratiği varmış gibi bir durum oluştu. Bu tabii atalet, koordinasyonsuzluk ve birçok sorun üretiyor. Başkanlık ya da Cumhurbaşkanlığı, tek kişilik hükümetle siyaseten güç yoğunlaşması sağlanması, daha etkin ve koordinasyonu yüksek hizmet verilmesinin sağlanması demektir.
Bakan sayısı azalıp vekillerin gücü artacak mı?
O günün ihtiyaçlarına göre seçilen cumhurbaşkanı ona karar verir, artırır veya azaltır. Önerilen modelde büyük ölçüde meclis dışından atanacak bakanlar. İstisnai olarak milletvekili bakan atanırsa, vekilliği sona erecek. Şimdiki gibi “Şu bölgenin seçmenleri için bir bakan”, “Bu kesime mesaj için bakan” gibi bakanlık ölçütleri ortadan kalkacak. Ama dikkat edin, bakan olma ölçütünde göreve uygunluk tali kalıyor. Ya da “Şu vekil, bakan olsun” dendiğinde, “O ilden zaten bir bakan var, ikinci bir bakan olmaz” deniyor. Bakanlar açısından siyasi temsil zorunluluğu ortadan kalkacak.
Vekiller özgürleşiyor
Meclis-hükümet dengesi nasıl sağlanacak?
Bu sistemde, yürütme meclisten kovuldu. Meclis özgürleşiyor. Meclis araştırma yaptığında, ihtiyaç duyarsa başkan yardımcılarını, bakanları ve bürokratları dinleyebilecek. İsterse o araştırmayı yürütmeyi katmadan yapabilecek. Milletvekilleri yazılı soru sorabilir. Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar hakkında meclis soruşturması da açabilir. Neden temsil de adalet yürütmede istikrar diyoruz. Hükümet artık meclis içinde kurulmayacağı için, yönetimde istikrar meclis seçiminin bir ölçütü olmayacak. Şimdi hükümet meclisten bağımsız olarak halk tarafından kurulduğu için meclisin temel ilkesi temsilde adalet ilkesi olacak. Bu sistem değişikliği ile birlikte belki de bütün dünyada kapitalizm koşullarında milletin egemen olduğu devleti kurmak için çok önemli bir adım atılmıştır.
Siyasi partilere dedinamizm getirecek
Cumhurbaşkanlığı sistemi, mevcut partilerin yönetimlerine nasıl etkide bulunacak? Batı’daki örnekleri gibi seçimi kaybeden lider, parti genel başkanlığından ayrılacak mı?
Tabii, doğru. Bu önemli. Türkiye’de, siyasi parti genel başkanlığı adeta mesleğe dönüşmüştür. Önerilen modelde bir dinamizme sahip olmaları gerekir, aksi takdirde statüko ve dogmatik anlayış hakim olur. Yani toplumun gelişimi, değişimine uymayan yapılar ortaya çıkar, çatışmalar doğar. Önerilen sistemde siyasi partiler, kendi sosyolojileriyle ilişkileri üzerinden yapılanırsa, delege oyunlarıyla yönetilir olmaktan çıkarlar. Bu bir reform başlangıcı. Reform süreci söz konusu olduğuna göre, bu devam edecektir. Reform, anayasal düzeyde değişiklikten sonra, uyum yasalarıyla sürecektir. Seçim ve siyasi partiler kanunu, seçim barajı, kamu personel rejimi tartışma konusu olacaktır. Daraltılmış bölge seçim sistemi ama başka model de olabilir.
Asimilasyon ortadan kalktı
Bu sorunların ismini koyacak olursak, Kürt meselesi ve laiklik tartışmaları gibi mi...
Kurtuluşun felsefesi Anadolu’nun bütün kimliklerini, inanç sistemlerini, değerlerini, coğrafi farklılıklarını kabul ediyor ve birlikte yaşama iradesi vardı. Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte pek çok kimlik grubu baskı gördü; burada inanç grupları da dil grupları da etnik kimlik grupları da var. AK Parti döneminde Türkiye sistem içinde birçok revizyon yaptı. AK Parti öncesinde inkar ve asimilasyon anlamında bir Kürt sorunu vardı. Şimdi bu anlamda bir Kürt sorunu yok. Aleviler kendi kimliklerini ifade etmekte zorlanırdı. Azınlıklar çok ciddi baskı altındaydı. Diğer dindar insanlarımıza, özellikle kadınlara yönelik başörtüsü baskısı vardı. Bu sorunlarda çözüldü. AK Parti, devlet-toplum arasındaki bu baskıya dayalı ilişkiyi kırdı ve vesayet kurumlarıyla mücadelesinde ciddi bir başarı elde etti.
Millet 15 Temmuz’da halk devrimi yaptı
Dönüp dönüp bunları hatırlamak lazım. 15-16 Temmuz, bu anlamda bir işgal ve devirme hareketine karşı kurtuluş hareketi ve milli bir devrimdir. Başarılı olsaydı, Türkiye’yi küçültecekti. Doğu ve Güneydoğu Anadolu, başka bölgeler, başka güçlerin kontrolü altına girecekti. Bu bir halk devrimidir çünkü bu devrimi kadrolar değil,silahlı yurtsever güçler değil, bizatihi halkın kendisi yapmıştır. Bu devrimin bir özelliğe de, dünya tarihinin en barışçıl devrimi olmasıdır. Tüm etnik, inanç, yaşam tarzı çeşitliliğini ve ülkenin coğrafyasını kapsayan bir devrimdir. Bu bir millet olma devrimidir. Hangi kimlikten olursa olsun, kapsayıcı bir millet olma iradesi ortaya çıkmıştır. İşte Türk milleti kavramı, bu devrimle yeniden kapsayıcı bir içeriğe kavuşmuştur.
YENİ SİSTEMDE MECLİS’İ FESHEDEMEZ
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Uçum, mevcut sistemde cumhurbaşkanının fesih hakkı olduğunu ancak önerilende olmadığını ifade etti.
Çok güçlü bir lider, bu önerilen sistemde Meclis tarafından iki defa seçim kararı alınarak siyaseten bitirilebilir mi? Önemli bir noktaya değiniyorsunuz. Önerilen sistemde, seçimlerin birlikte yenilenmesi yetkisi var ama fesih yetkisi yok. Bu ilişkide meclis üstün. Çünkü Cumhurbaşkanı birinci döneminin ikinci yılında meclis seçimlerini yenilemesine karar verirse Cumhurbaşkanı siyasi bir bedel ödüyor ve kalan üç yılından feragat ediyor. Ayrıca siyasi riske giriyor, belki bir daha seçilemeyecek. İkinci döneminde seçimlerin yenilenmesine karar verirse, bir daha aday da olamıyor. Ama mecliste vekiller için dönem sınırlaması yok. Cumhurbaşkanı ikinci kez seçildi, altı ay sonra meclis beşte üç çoğunluğu bulup seçimlerin yenilenmesine karar verdi. Cumhurbaşkanının kalan süresini birdenbire ortadan kaldırıyor. Bu nedenle Cumhurbaşkanına bir kez daha adaylık hakkı getiriliyor. Seçime gidilir ve Cumhurbaşkanı yeniden seçilirse, demek ki halk bunu uygun bulmuyordur.
Peki ya fesih yetkisi?
Bu sistemde fesih yok, birlikte seçimlerin yenilenmesi var. Mesela deniyor ki Cumhurbaşkanının meclisi fesih hakkı var? Hayır! Cumhurbaşkanının önerilen sistemde meclisi fesih hakkı yok, mevcut sistemde var. 7 Haziran’da ne oldu? Seçim oldu ve hükümet kurulamadı. Cumhurbaşkanı seçim kararı aldı ama kendi seçimleri yenilenmedi. Fesih yetkisi, kullanan iradenin varlığına son vermiyor. Önerilen sistemde, hangi organ seçimi yenilerse kendisi de yenilenecek. En önemlisi, kanun yapma yetkisi meclisin tekelinde olacak.
Bu değişiklik bir reform sürecini başlatmaktadır
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, “Bu değişiklik, Cumhuriyeti güçlendirecek bir değişikliktir. Aynı zamanda devletin işleyişi açısından demokratikleşme standardını yükseltecektir ve bu değişiklikle halkla devlet ilişkisi çok daha ileri bir seviyeye ulaşacaktır.” dedi.
Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) tarafından, Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Avukat Mehmet Uçum’un konuşmacı olarak katıldığı, “Anayasa Değişikliği ve Yeni Yönetim Sistemimiz” başlıklı konferans düzenlendi.
Ensar Vakfı Genel Merkezi’nde gerçekleştirilen konferansın açılışında konuşan TGTV Başkanı Avukat Hamza Akbulut, daha önceki istişare toplantılarında, yeni bir anayasa yapılması konusunda ortak fikrin oluştuğunu belirterek, "Yerel ve bölgesel toplantılarda yeni bir anayasa yapılmasının zaruri olduğu kanaatine vardık. Ayrıca başkanlık sistemi de yaptığımız toplantılarda benimsendi ve raporlarımızda yer aldı. Bunu da ilgililerle paylaştık." diye konuştu.
"REJİM DEĞİŞİKLİĞİ İDDİASI TAM BİR YANITLMACADIR"
Yeni Cumhurbaşkanlığı sistemi ile rejim değişikliği olacağı iddialarını aldatmaca olarak niteleyen Uçum, şöyle konuştu: “Rejim değişikliği iddiası tam bir yanıltmacadır. Halkımız yanlış yönlendirilmeye çalışılıyor. Önerilen değişiklik bir hükümet modeli değişikliğidir. Türkiye devletinin yönetim şekli cumhuriyettir. 1924 yılındaki anayasada ‘Türkiye devleti bir cumhuriyettir’ hükmü vardır ve değiştirilmez maddedir. Aynı şey 1961 ve 1982 anayasalarında vardır. Bugün yapılan anayasada da bu hüküm olduğu gibi durmaktadır. Rejime, devletin şekline ilişkin bir değişiklik söz konusu değildir. 1982 Anayasasının ürettiği, anomali taşıyan, sorunlar taşıyan hükümet modelinde bir değişiklik söz konusudur. Hükümet modeli değişikliği de devletin yürütme organına ilişkin bir değişikliktir. Yürütme organı değiştiği zaman, devletin yasama organı olan meclise yönelik ilişkilerde de değişiklik ortaya çıkmaktadır. Bu değişikliğin, yargının idaresine de bir etkisi vardır.” Yeni sistemin en önemli özelliğinin bir reform süreci başlatmak olduğunu dile getiren Uçum, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu değişikliğin en önemli özelliği, şimdiye kadar yapılanlardan farkı şudur. Bu değişiklik, bir reform sürecini başlatmaktadır. Çünkü şimdiye kadar anayasa 18 kez değişti. Bu değişikliklerin tamamı, anayasanın öngördüğü hükümet modeli ve devlet işleyiş modeline yönelik revizyonlardı. Oysa bu değişiklikle hükümet modeli ile beraber bir reform süreci başlatılıyor. Bu değişikliğin en önemli sonuçlarından birisi, mevcut sistemde olmayan yasama, yürütme, yargı arasındaki kuvvetler ayrılığının çok daha güçlü bir biçimde hayata geçirilmesidir. Bu değişiklik, Cumhuriyeti güçlendirecek bir değişikliktir. Aynı zamanda devletin işleyişi açısından demokratikleşme standardını yükseltecektir ve bu değişiklikle halkla devlet ilişkisi çok daha ileri bir seviyeye ulaşacaktır.”
"BİZ BU HÜKÜMET MODELİNE MİLLET HÜKÜMETİ DİYORUZ"
Yeni modelde güçlerin bir elde toplandığı iddiasına karşı çıkan Uçum, şunları kaydetti:
“Güçlerin bir elde toplanması iddiası doğru değil, tam tersine her güç kendi içerisinde güçleniyor. Mevcut pratikte hükümet açısından iki başlılık değil çok başlılık var. Açık konuşmak gerekirse Türkiye’de ne kadar bakanlık varsa o kadar hükümet etme pratiği var. Yürütme açısından çok ciddi bir koordinasyonsuzluk ve atalet var. Önerilen model, doğrudan halk tarafından seçilen başkanlık sistemi olduğu için tek kişilik bir hükümetten söz ediyoruz ama bunu tek adam rejimi ile karıştırmamak gerekir. Burada halk, hükümeti doğrudan kuruyor. O yüzden biz bu hükümet modeline millet hükümeti diyoruz. Burada hükümeti doğrudan halk seçtiği için güvenoyunu da halktan alıyor. Dolayısıyla bu sistemde gensoru ve güvenoyu olmayacaktır. Çünkü, asilin güvenoyu verdiği bir yerde vekile ilave bir yetki vermek söz konusu olamaz.”
"CUMHURBAŞKANININ, HUKUKİ SORUMLULUĞUNUN ALANI GENİŞLETİLMİŞTİR"
Meclisin yeni sistemde daha da güçleneceğini belirten Uçum, “Türkiye 140 yıllık anayasal sistem tarihinde ilk kez kuvvetler ayrılığını hukuki yapı üzerinden hayata geçiriyor. Mevcut sistemde yürütme, meclis üzerinde tam bir hükümranlığa sahiptir. Mesela, meclisten geçen kanunların yüzde 98’i kanun tasarısıdır. Kanun tasarılarını bakanlar kurulu hazırlar, meclise getirir, meclisteki milletvekillerinin büyük bölümü eğer özel olarak görevlendirilmemişse geçen kanunların içeriğine ilişkin bilgi sahibi dahi değildir. Oysa önerilen modelde cumhurbaşkanına bütçe hariç hiçbir konuda kanun teklifi hakkı verilmemektedir. Cumhurbaşkanı yardımcıları veya bakanlar, kanun teklif edemeyeceklerdir. Kanun teklif hakkı, milletvekillerinin olacaktır ve hükümet buna müdahil olmayacaktır. Bu değişiklikle elbette yürütme güçlenmektedir ama meclis merkezdedir.” ifadelerini kullandı.
Önerilen modelde, cumhurbaşkanının halka karşı siyasi açıdan, meclise karşı ise hukuki açıdan sorumlu olduğunu ifade eden Uçum, sözlerini şöyle tamamladı:
“Mevcut modelde cumhurbaşkanı sadece vatana ihanet suçlamasıyla suçlanabilir, önerilen sistemde ise cumhurbaşkanı herhangi bir suç işlediği iddiasıyla suçlanabilir. Yani cumhurbaşkanının, hukuki sorumluluğunun alanı genişletilmiştir. Cumhurbaşkanının yetkisi daha fazla arttırılmamıştır ama mevcuda göre hukuki sorumluluğu son derece genişletilmiştir.”
2. Kurtuluş Döneminin İnşa Aşamasına Geçtik
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, 15 Temmuz’un Türkiye’de ikinci kurtuluş dönemi olduğuna dikkati çekerek, “Devrimi artık sıfırdan inşa etmek gerekiyor. Siz bu boşlukları doldurmazsanız başka kadrocu hareketler gelip doldurur” dedi.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı avukat Mehmet Uçum, cumhurbaşkanlığı sistemi ve yeni anayasa konusunda referandum süreci öncesi ESMEDYA’nın sorularını yanıtladı. Parlamenter sistemde Meclis’ten seçilen başbakan ve bakanlar olduğunu hatırlatan Uçum, başkanlık sisteminde ise hükümetin, doğrudan halk tarafından cumhurbaşkanının seçilmesiyle kurulduğuna dikkati çekti.
SİYASİ PROFİLLERİ OLMAYACAK
Başkanlık sisteminde başkan dışında görev yapan yardımcı veya bakanlarının siyasi profilleri olmayacağını belirten Uçum, şunları kaydetti: “Oysa parlamenter hükümette, başbakan kadar diğer bakanlar da hizmet aktörlüğünden daha çok siyasi kimliklere sahiptir. Milletvekilinin seçmene ve temsil ettiği partiye karşı siyasi sorumluluğu, bakanın hizmet için teknokratlığı nedeniyle uyumsuzluklar çıkıyor. Türkiye´deki sistemde, 2014´ten bu yana halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Başbakan’dan kaynaklanan iki başlılığın yanı sıra hükümet içinde her bakanın ayrı bir siyasi kişilik olması nedeniyle inanılmaz sayıda çok başlılık olan hükümet modeli ortaya çıktı.”
DEVRİMİN İKİNCİ AŞAMASI
Bu sistemle rejimin güçleneceğine, kapsayıcı bir cumhuriyete dönüşeceğine dikkati çeken Uçum, sözlerini şöyle sürdürdü: “O yüzden 15-16 Temmuz ikinci kurtuluş dönemidir ve birinci kurtuluşun felsefesini ihya etmiştir, yani o kapsayıcılığını. Kapsayıcı Türk milleti anlayışı, 15-16 Temmuz devriminde, toplum alanında tam anlamıyla gerçekleştirmiştir bütün kimlikleriyle. Her devrimin ikinci aşaması vardır; inşa. 15 Temmuz´dan sonra bu devrimi artık sıfırdan inşa etmek gerekiyor. Sayın Cumhurbaşkanı da yaptığı açıklamalarda bunu söylemiştir, devletin sıfırdan inşa edilmesi gerekiyor. İç yapıları tasfiye ediyorsunuz, ortada kurumsal olarak bir devlet pratiği kalmıyor. Boşluklar kalıyor, siz bu inşa etmezseniz bu boşlukları yine başka kadrocu hareketler gelip doldurur.”
15 Temmuz halk devrimidir
Türkiye’de 15 Temmuz’un (Faşist FETÖ’nün darbe girişimine karşı) bir halk devrimi olduğunu belirten Uçum, “Çünkü bu devrimi kadrolar değil sadece yurtsever silahlı güçler değil bizatihi halkın kendisi yapmıştır” ifadesini kullandı. 15-16 Temmuz’un bu anlamda bir işgal ve devirme hareketine karşı kurtuluş hareketi ve milli bir devrim olduğunu belirten Uçum, “Başaralı olsaydı, Türkiye´yi küçültecekti. Doğu ve Güneydoğu Anadolu başka bölgede, başka güçlerin kontrolü altına girecekti” dedi. Uçum, bu devrimin bir başka özelliğinin de dünya tarihine en barışçıl devrim olarak geçmesi olduğunu vurguladı.
Hükümet Meclis’ten bağımsız olacak
Yeni sistemde hükümet bağımsız olarak halk tarafından kurulduğu için Meclis’in temel ilkesinin temsilde adalet ilkesi olacağını vurgulayan Uçum, şunları kaydetti: “Bu sistem değişikliği ile birlikte belki de bütün dünyada kapitalizm koşullarında halkın devletini kurmak için, bu çok iddialı bir meseledir, milletin egemen olduğu devleti kurmak için çok önemli bir adım atılmıştır. Peki bu sistem de başka neler var dediğimizde, birlikte seçimlerin yenilenmesi var. Mesela deniyor ki ‘Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i fesih hakkı var. Hayır. Cumhurbaşkanı’nın önerilen sistemde Meclis’i fesih hakkı yok, mevcut sistemde var.”
Reform süreci devam edecek
Türkiye’de siyasi parti genel başkanlığının mesleğe dönüştüğüne dikkati çeken Mehmet Uçum, önerilen sistemin Türkiye´de siyasi partilere bu anlamda bir dinamizm kazandıracağını vurguladı. Siyasi partilerin delege oyunlarıyla yönetilebilir olmaktan çıkartılacağını belirten Uçum, şunları kaydetti: “Bu sistemin en büyük özelliklerinden biri budur. Bu bir reform başlangıcı. Bir reform süreci söz konusu olduğuna göre, bu reform süreci devam edecektir.
YENİ KONULAR TARTIŞILACAK
Reform süreci, anayasal düzeyde değişiklik olduktan sonra uyum yasaları olacak. Seçim kanunu, siyasi partiler kanunu, seçim barajı tartışma konusu olacaktır. O daraltılmış bölge seçim sistemi ama başka bir modelde olabilir.”
OHAL halka karşı değil teröre karşı ilan edildi
Uçum, “OHAL koşullarında demokratik bir referandum yapılamaz” iddialarının gerçekten uzak olduğunu belirterek, “Türkiye´deki OHAL, halka karşı değil, FETÖ gibi yapılara ve terör örgütlerine karşı ilan edildi” dedi.
Cumhurbaşkanlığı sistemi ve referandum sürecine ilişkin ESMEDYA’ya açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, anayasa değişikliğine “Hayır” diyenlerin iddialarını da tek tek yanıtladı. Değişikliğe yönelik eleştirilerden birinin zamanlama konusu olduğu hatırlatılan Uçum, “Zamanlama irade ile belirlenmez. Zaten bu tip reformlar olağan değil rutin dışı dönemlerde olur” karşılığını verdi.
SİYASİ MÜHENDİSLİK DEĞİL
Bu anayasal değişikliklerin bir siyasi mühendislik faaliyeti olmadığını vurgulayan Uçum, şunları kaydetti: “15 Temmuz faşist FETÖ´cü darbe girişimi ve işgal hareketine karşı kurtuluş mücadelesi ve milli bir devrimle ortaya çıktı. Sayın Devlet Bahçeli´nin çıkışı ve Türkiye toplumunun talepleri, yürütmenin ihtiyacı bir araya geldi. Siyasetin görevi olgunlaşan değişikliklerin taşıyıcılığını yapmak, zamanın ihtiyacına yanıt vermektir. Böyle yapmayan siyasetçiler, siyasi yapılar, gericileşir, marjinalleşir ve sonuçta yok olup giderler.”
OHAL SÜRECİNDE REFERANDUM
“OHAL koşullarında demokratik bir referandum yapılamaz” eleştirilerini de yanıtlayan Uçum, Fransa’da 2 yıldır olağan hale gelen OHAL’in 15 Temmuz 2017’ye kadar uzatıldığını hatırlattı. Fransa’nın bu süreçte hem Cumhurbaşkanlığı, hem de parlamento seçimi yapacağını belirten Mehmet Uçum, “Türkiye´deki OHAL, halka karşı değil halka düşman faşist FETÖ gibi yapılara ve terör örgütlerine karşı ilan edildi. Ve şu ana kadarki pratiğine bakıldığında, insanların demokratik haklarından istifade etmesinde hiçbir sınırlama söz konusu değildir” ifadesini kullandı.
“HAYIR” SESİ DAHA ÇOK ÇIKIYOR
Türkiye’de OHAL yönetimi altında yürüyen referandum sürecine dair bir tek sınırlama gösterilemeyeceğini belirten Uçum, şunları kaydetti: “Bütün televizyonlar, yazılı ve görsel medya, internet ve sosyal medyada hayırcıların sesi evetcilerden daha fazla çıkıyor. Yani ‘Bu OHAL, hayırcıların sesini bastıracak’ deniyorsa, bu nasıl bastırmadır ben anlamadım! Türkiye’de temsil alanlarında evet yanlılarının sesi çok az duyuluyor. En son Sevgili Rıdvan’a, Arda’ya yapılanlara bakın. Şu anda ülkemizde hayır demekte dibine kadar rahatlar insanlar, ama evet demek bazı çevreler bakımından cesaret istiyor. Venedik Komisyonu Raporu da objektif değil, Fransa’da OHAL’de seçim uygundur deyip, Türkiye’de uygun değil demek ikiyüzlülüktür.”
Yardımcısının başkan sıfatı olmayacak
Uçum, “Cumhurbaşkanı’nın olmadığı dönemde ülkeyi seçilmiş değil, atanmış bir başkanın yöneteceği” eleştirilerinin de son derece hatalı ve çarpıtma olduğunu bildirdi. Önerilen sistemde Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın cumhurbaşkanlığına seçimlere gidene kadarki 45 gün vekalet edeceğini ve başkan sıfatı olmayacağını hatırlatan Uçum, “Bu vekalette sadece seçime götürme vekaleti, kalan süreyi tamamlama hak ve yetkisi yok” dedi. Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nı tayin eden kişi seçilmiş Cumhurbaşkanı olduğu için burada dolaylı bir meşruiyetin de söz konusu olduğunu vurgulayan Uçum, “Yine de seçilmiş sayılabilirdi ancak bunun da Türkiye şartlarında iki başlılık yaratabileceği endişesi dile getirildiği için, önerilen yöntem tercih edildi ve kalan süreyi kullanma yetkisi vekile verilmedi” değerlendirmesinde bulundu.
Mevcut sistem kriz üretiyor
Muhalefetin “Madem fiili olarak başkanlık yetkileri kullanılıyor, neden bu değişikliği istiyorsunuz?” itirazını da değerlendiren Uçum, “Çünkü bu sistem, anayasal düzeyde kriz üretmeye elverişli bir sistem” dedi. “Bu sistem bu şekilde kalırsa, otoriterleşme çıkar” diyen Uçum, “Bu sistemi böyle devam ettirmek, geleceğe dönük siyasal krizleri ve otoriterleşme eğilimlerini devam ettirmek demektir” ifadesini kullandı.
KARDEŞ KARDEŞE DÜŞER
Şu anda bir sorun çıkmıyorsa bunun Başbakan Yıldırım ile Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın uyumlu çalışmasından kaynaklandığını vurgulayan Uçum, şunları kaydetti: “Ama bir sistemin geleceğini, insanların uyumlu çalışma becerisine bırakabilir misiniz? Bu çift başlılık, deyim yerindeyse kardeşi kardeşe düşüren bir sistem. Bunu değiştirmek için anayasal anormalliği düzeltmek lazım.”
Hiçbir hukuki sistem otoriterlik üretmez
Cumhurbaşkanlığı sisteminin Türkiye’yi diktatörlüğü veya tek adam yönetimine götüreceği iddiasını da yanıtlayan Mehmet Uçum, “Bu tek kişilik hükümettir ama tek adam rejimi değildir” dedi. Tek adam rejiminin otoriterliğe dayanan bir rejim olduğunu ifade eden Uçum, “Kurulan sistem tam bir kuvvetler ayrılığını güvencelediği ve kuvvetler arasında bir denge sağladığı için buradan bir otoriterleşme çıkmaz” açıklaması yaptı. Ülkede yüzde 50 artı 1 oy alan bir adayın sosyolojisinin otoriterleşmeye izin vermeyeceğini belirten Uçum, Meclis’in kötüye kullanım ya da bir problem çıktığında mevcut Cumhurbaşkanı’na karşı harekete geçme ve seçimleri yenileme imkanına sahip olduğunu da hatırlattı. Hiçbir hukuki sistemin kendi başına bir otoriterlik üretemeyeceği gibi kendi başına otoriterliği de engelleyemeyeceğine dikkati çeken Uçum, “Otoriterlik ve tek adamlık meselesi, ekonomik, sosyal, siyasal koşullara, ülkenin bulunduğu konjonktür, bölgesel ve küresel egemenlik savaşlarıyla ilgilidir. Bütün bunları söylemek, bu sistemden bir otoriterlik veya diktatörlük çıkar demek, bir hukuk mühendisliği yapmaktır” dedi.
Türkiye siyasal sisteminde bir reform başlıyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hukuk alanındaki başdanışmanı Mehmet Uçum, Meclis Genel Kurulu’na getirilen anayasa değişikliği önerisiyle Türkiye siyasal sisteminde bir reform başladığını belirterek, "Bu sistemle ´kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılıyor´ diyenler kesinlikle manipülasyon yapıyorlar, yalana dayalı siyaset yapıyorlar. Tam tersine bizim önerdiğimiz sistemde hukuksal yapı itibariyle kuvvetler ayrılığı güçlendiriliyor" dedi.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanları Mehmet Uçum ve Ahmet Selim Köroğlu’nun, mecliste ilk tur görüşmeleri sona eren anayasa değişikliği önerisinin detaylarını anlatmak için İhlas Holding’e yaptığı ziyarette önemli açıklamalarda bulundu. İhlas Haber Ajansı Genel Müdürü Hamit Arvas, İhlas Haber Ajansı Haber Koordinatörü İrfan Altıkardeş, Türkiye Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İsmail Kapan, TGRT Haber Genel Yayın Yönetmeni Yücel Koç ve birim müdürlerinin katıldığı toplantıda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hukuk alanındaki başdanışmanı Mehmet Uçum, anayasa değişikliği teklifinde yer alan maddelerle ilgili detaylı bir açıklama yaptı.
Teklifte önceki modellerden de yararlanıldığını ifade eden Uçum yeni özelliklerin de maddelerde yer aldığını ifade etti. Anayasa değişikliğinin revizyon olmadığını da sözlerine ekleyen Uçum, konuşmasında şu ifadelere yer verdi
“Türkiye siyasal sisteminde bir reform başlıyor” “Bu değişiklik anayasa değişikliği konseptinde de olsa bir revizyon değildir. Bu değişiklik sistem içi bir revizyondan bir sistem reformuna geçiştir. Bu değişiklik yeni bir sistem önermektedir. Dolayısıyla bu değişiklik bir reform başlangıcıdır. Türkiye’de bugün mecliste görüşülen, birinci turu tamamlanan, hükümet modeli önerisinin merkezde olduğu değişiklik, Türkiye’de bir reform sürecini başlatan değişikliktir. Türkiye siyasal sisteminde bir reform başlıyor. Bu sistemle ´kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılıyor´ diyenler ya gerçekten bu işi bilmiyorlar, ama bu kadar elementer bir şeyin bilinmemesi düşünülmeyeceğine göre kesinlikle manipülasyon yapıyorlar. Kesinlikle yalana dayalı siyaset yapıyorlar. Tam tersine bizim önerdiğimiz sistemde hukuksal yapı itibariyle kuvvetler ayrılığı güçlendiriliyor. Bu açıdan önemli bir değişiklik yapıyoruz.”
Uçum ayrıca kamuoyunda sıklıkla konuşulan kuvvetler ayrılığı konusuna da açıklık getirdi. Mevcut sistemde kuvvetlerin kendi içinde dağınık olduğunu savunan Uçum ayrıca hükümette de çok başlılığın olduğunu söyledi. Sorunların ortadan kalkması için güç yoğunluğuna ihtiyaç olduğunu dile getiren Uçum şöyle konuştu:
“Güç yoğunlaşması öneriyoruz biz. Güç yoğunlaşması istiyoruz. Fakat biz bu güç yoğunlaşmasını kuvvetler birliği üzerinden istemiyoruz. Biz yürütmede güç yoğunlaşması istiyoruz, yasamada güç yoğunlaşması istiyoruz, yargıda güç yoğunlaşması istiyoruz. Her kuvvet kendi içerisinde güç yoğunlaşması yaşasın. Her kuvvet içerisindeki dağınıklık ortadan kalksın. Mecliste daha etkili bir meclis pratiği üretsin, yürütmede daha etkili bir yürütme pratiği üretsin. Yargı da daha güçlü bir hukuk güvenliği istikrarı oluştursun. Yürütmede güç yoğunlaşması istiyoruz çünkü açık konuşmak lazım Türkiye’de kaç tane bakan varsa o kadar hükümet vardır. Türkiye’de hükümette çift başlılık yok çok başlılık var. Biz şu anda anayasal olarak çift başlılıktan bahsediyoruz ama pratik olarak, mevzuat olarak çok başlılık var. Güç yoğunlaşması istiyoruz. Çok başlılığı ortadan kaldırmak için istiyoruz.”
Fesih yetkisi Cumhurbaşkanı’ndan geri alındı Muhalefetin yeni anayasa için yaptığı ‘tek adamlık’ eleştirisine de değinen baş danışman Mehmet Uçum, Cumhurbaşkanı’nın meclis üzerinde olan yetkilerinin sınırlandırıldığını ve mecliste birlikte hareket edecek hale getirildiğini söyledi. En çok tartışılan konulardan biri olan ‘Cumhurbaşkanı’nın meclisi feshetme yetkisi’ hakkında konuşan Uçum, “Şunu söylüyorlar; Atatürk’te bile olmayan yetkiyi verdiniz. Ne yetkisi vermişiz? Meclisi fesih etme yetkisi. Böyle bir şey yapmadık. Bizim önerdiğimiz modelde Cumhurbaşkanı’nın Meclisi feshetme yetkisi yok. Tam tersine mevcut anayasada meclisi feshetme yetkisi var. 7 Haziran ile 1 Kasım’a arasında Cumhurbaşkanı ne yaptı? Koşullar oluşması, hükümet kurulamadı ve meclisi feshetti 1 Kasım seçimi yapıldı. Bizim önerdiğimiz sistemde Cumhurbaşkanı ve meclisin seçimleri birlikte yenileme yetkisi var. Fesih o yetkiyi kullanan organın varlığını etkilemez. Cumhurbaşkanı 7 Haziran’dan sonra meclisi feshettiğinde kendi görev süresi sona mı erdi? O da mı seçime gitti? Gitmedi. Fesih öyle bir şey. Bizim verdiğimiz yetkide cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesine karar verirse kendi seçimi de yenileniyor. Dolayısıyla bunun adı fesih değil. Biz mevcut olan fesih yetkisini geri aldık” dedi. Anayasa komisyonunda sert tartışmalara neden olan milletvekili seçilebilme yaşının 25´ten 18´e indirilmesini öngören maddenin gençliği temsil ettiğini ifade eden Uçum, maddenin 18 yaş meselesi olarak tartışılmasının yanlış olduğunu söyledi. Meclisin genç üye sayısının artacağını da belirten Uçum, şu ifadeleri kullandı:
“18 yaş meselesi seçmen temsili meselesinde tartışılamaz. 18 yaş meselesi gençliğin temsili şeklinde tartışılmak zorundadır. Eğer siz gençliğin temsilinden söz ediyorsanız, gençliği 18 yaşında başlatıyorsanız, o zaman seçme hakkına sahip olan gencin seçilme hakkına sahip olmasını da kabul etmek zorundasınız. Çünkü bu bir temel haktır. 18 yaş meselesi mecliste 18 yaşında bir milletvekili görme meselesi değildir. 18 yaş meclisin yaş ortalamasını aşağı çekecek bir etki yaratacaktır. Bu bence önemlidir. 30 yaştan 25 yaşa düştüğünde meclisteki genç dinamik üye sayısı da artmıştır. Daha genç insanların siyasete yönlenmesi bakımından teşvik edicidir.”
´Hayır´cıların 8 iddiasına güçlü yanıt.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ne karşı çıkanların öne sürdüğü 8 iddiaya yanıt verdi. Uçum, verdiği cevaplarla her suçlamayı tek tek çürüttü.
Cumhurbaşkanlığı Sistemi´ne ilişkin referandum süreci öncesinde, sistemi destekleyenler ile karşı çıkan siyasi parti ve toplumsal uzantıları da netleşmeye başladı. AK Parti ve MHP seçmene ´sandıkta evet oyu kullanın´ çağrısı yaparken, CHP ve HDP hayır oyu kullanma çağrısı yapıyor. Sisteme karşı çıkanların buna gerekçe olarak bugüne kadar sundukları temel itirazlar alt alta sıralanıp süreci en iyi takip eden isimlerden olan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum´a soruldu. Yanıtlardan en ilgi çekenlerden birisi, merhum Cumhurbaşkanı Celal Bayar´ın "CHP´nin iki parmak solundayız" sözünü hatırlattı. Türkiye´de 15 Temmuz´dan klasik sağ-sol, laik-antilaik gibi ayrımların kalmadığına dikkat çeken Uçum, AK Parti´nin yüzde 50 oy alan bir siyasi parti olarak tüm etnik, inanç ve sosyal gruplarla birlikte sol düşünceyi de kucakladığını anlattı.
1. GERİCİLEŞİRLER
İlk eleştiri, zamanlamaya: "Ortalık yangın yeri. Bir yandan DEAŞ diğer yandan PKK terörü yaşanıyor. Türk askeri El-Bab´a girmiş. Anayasa değişikliğinin zamanı mı?"
Zamanlama irade ile belirlenmez. Zaten bu tip reformlar olağan değil rutin dışı dönemlerde olur. Bu anayasal değişiklikler, bir siyasi mühendislik faali yeti değil. 15 Temmuz faşist FETÖ´cü darbe girişimi ve işgal hareketine karşı kurtuluş mücadelesi ve milli bir devrimle ortaya çıktı. Sayın Devlet Bahçeli´nin çıkışı ve Türkiye toplumunun talepleri, yürütmenin ihtiyacı bir araya geldi. Siyasetin görevi olgunlaşan değişikliklerin taşıyıcılığını yapmak, zamanın ihtiyacına yanıt vermektir. Böyle yapmayan siyasetçiler, siyasi yapılar, gericileşir,marjinalleşir ve sonuçta yok olup giderler.
2. BU NASIL OHAL?
"OHAL koşullarında demokratik bir referandum yapılamaz"
Fransa´da OHAL son iki yıldır olağan durum haline geldi, en son 15 Temmuz 2017´ye kadar uzatıldı. Fransa´da hem Cumhurbaşkanlığı seçimi hem de parlamento seçimi OHAL´de yapılacak. İkincisi Türkiye´deki bu OHAL, halka karşı değil halka düşman faşist FETÖ gibi yapılara ve terör örgütlerine karşı ilan edildi. Ve şu ana kadar ki pratiğine bakıldığında, insanların demokratik haklarından istifade etmesinde hiç bir sınırlama söz konusu değildir çünkü bu OHAL terörle mücadeleye ve devlet içindeki faşist çeteleri tasfiyeye yönelik. Türkiye´de, OHAL yönetimi altında yürüyen referandum sürecine dair bir tek sınırlama gösteremezler. Bütün televizyonlar, yazılı ve görsel medya, internet ve sosyal medyada hayır´cıların sesi evet´cilerden daha fazla çıkıyor. Yani "Bu OHAL, hayırcıların sesini bastıracak" deniyorsa, bu nasıl bastırmadır ben anlamadım! Türkiye´de temsil alanlarında evet yanlılarının sesi çok az duyuluyor. En son Sevgili Rıdvan´a, Arda´ya yapılanlara bakın. Şu anda ülkemizde hayır demekte dibine kadar rahatlar insanlar, ama evet demek bazı çevreler bakımından cesaret istiyor. Venedik Komisyonu raporu da objektif değil. Fransa´da OHAL´de seçim uygundur deyip Türkiye´de uygun değil demek iki yüzlülüktür.
3.SORGULAYAMAZLAR
Evet demek isteyenlerin sesinin yeteri kadar duyulamaması, bir mahalle baskısının da göstergesi midir? Eski AİHM yargıcı Rıza Türmen de anayasa değişikliği paketinin TBMM´den geçiş hızını ve ´Venedik Komisyonu Raporunu´ gerekçe göstererek ´Kısa süredeki anayasa değişikliğiyle gelen sistem demokratik meşruiyet taşımaz´ diyor.
Açık alanda ´Evet´ demeye çekiniyorlar... Ayrıca OHAL ile terör örgütlerinin yarattığı korku ortamı izale edilerek insanların ve demokrasinin güvenliği sağlanır. Gelelim Rıza Türmen´in hızlı olduğu iddiasına. Türkiye sivil ve yeni anayasa ihtiyacını 90´lı yıllardan beri çok yoğun bir şekilde tartışıyor. Ben 92´de başladım yeni anayasa ve sivil anayasa tartışmalarına ve ömrümün neredeyse yarısı bu tartışmayla geçti. Yani Türkiye´nin anayasa tartışması konuşunda çok büyük bir müktesebatı var. 2010 anayasa değişikliğinden sonra yeni anayasa platformu bütün Anadolu´yu dolaştı. Mecliste kurulan Anayasa Komisyonu, sayısız anayasa toplantıları yaptı. Meclise toplumdan yüz binlerce görüş geldi. Meclis Uzlaşma Komisyonu, sivil toplum kuruluşlarını ağırladı ve onların görüşlerini aldı. Toplumun yeni anayasa talepleri konusunda 100 bin sayfadan fazla külliyat var şu anda. Dünyada belki de anayasa değişikliğini bu seviyede ve bu yaygınlıkta tartışan tek ülke Türkiye´dir. Müthiş bir birikim var, aceleye getirilmiş bir şey değil. Bir de 15-16 Temmuz, Milli Demokratik Halk Devrimi´nin ortaya koyduğu bir ihtiyaçtır, bu değişiklik. Bunun meşruiyetini ne Venedik Komisyonu ne de diğer kriterler asla sorgulayamaz. Bu meşruiyet, Türkiye´nin ülkesel dinamiklerinden, siyasi gelişmelerden, toplumsal taleplerden kaynaklanan bir meşruiyettir.
4.BU SİSTEM OTORİTERLEŞTİRİR
AK Partililerin anayasa değişikliğinin gerekçesini "Türkiye´de fiili bir durum, bunu hukuki olarak da düzeltmek için Cumhurbaşkanlığı Sistemini öneriyoruz" olarak sunuyor. Muhalefet ise "Madem fiili olarak başkanlık yetkileri kullanılıyor, neden bu değişikliği istiyorsunuz" diyor.
Çünkü bu sistem, anayasal düzeyde kriz üretmeye elverişli bir sistem. Ve bu sistem bu şekilde kalırsa, otoriterleşme çıkar. Bu sistemi böyle devam ettirmek, geleceğe dönük siyasal krizleri ve otoriterleşme eğilimlerini devam ettirmek demektir. Halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı ile Meclis çoğunluğuna dayalı Başbakanlıktan oluşan mevcut durum, anayasal seviyede kriz üretebilen bir sistem.
5.DEVLET, KİŞİSEL BECERİYE BIRAKILAMAZ
Yani Cumhurbaşkanı Erdoğan için değil, Erdoğan sonrası Türkiye´nin istikrarı için istenilen bir değişiklik mi?
Şimdi sistemde bir sorun çıkmıyor ama bunun sebebi, Başbakan Binali Yıldırım ile Sayın Cumhurbaşkanı´nın uyumlu çalışmasıdır. Ama bir sistemin geleceğini, insanların uyumlu çalışma becerisine bırakabilir misiniz? Bu çift başlılık, deyim yerindeyse kardeşi kardeşe düşüren bir sistem. Bunu değiştirmek için anayasal anormalliği düzeltmek lazım. Yani aslında bir fiili durumu hukukileştirmek gibi bir şey yok. Anayasa´da yer alan kurallardan kaynaklı "sürekli kriz tehlikesini" gidermek söz konusu.
6. CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI NEDEN ´SEÇİLEMEZ´
Mevcut sistemde, halk tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanına, halkın seçtiği Meclisin belirlediği TBMM Başkanı vekalet ediyor. Ama önerilen Cumhurbaşkanlığı Sistemi´nde, Cumhurbaşkanı yardımcıları seçimle değil atamayla geliyor. "Cumhurbaşkanının olmadığı dönemlerde, ülkeyi seçilmiş değil atanmış bir başkan yönetecek ve bu milletin temsil gücünü yansıtmaz" deniyor.
Bu son derece hatalı. Ya konuya hakim olmadıkları ya da bilerek çarpıttıkları için bu yanlış yorum ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı, ne kadar isterse o kadar yardımcı atayacak. Bu bir de dört de olur, ihtiyacına göre birden fazla yardımcı atama yetkisi var. ABD´de Başkan yardımcısının seçilmiş sayılmasının sebebi, bir meşruiyet ihtiyacıdır çünkü ABD cumhurbaşkanı boşalınca yardımcısı kalan süreyi tamamlıyor. Trump başkan seçildi, diyelim ki 6 ay sonra sağlık sebepleri nedeniyle görevinden ayrıldı. Yardımcısı Başkan olacak ve kalan 3.5 yılı tamamlayacak. Dolayısıyla orada bir meşruiyet sorunu olmaması için seçilmiş sayılması söz konusu. Bizim önerdiğimiz Cumhurbaşkanı Yardımcısı ise, Cumhurbaşkanlığına seçimlere gidene kadar ki 45 gün vekalet edecek ve başkan sıfatı olmayacak. Bu vekalette sadece seçime götürme vekaleti, kalan süreyi tamamlama hak ve yetkisi yok. Öte yandan burada dolaylı bir meşruiyet de var. Cumhurbaşkanı Yardımcısını tayin eden kişi zaten seçilmiş olan Cumhurbaşkanı, seçilmiş hükümetin tasarrufunun meşruiyeti söz konusu. Yine de seçilmiş sayılabilirdi ancak bunun da Türkiye şartlarında iki başlılık yaratabileceği endişesi dile getirildiği için, önerilen yöntem tercih edildi ve kalan süreyi kullanma yetkisi vekile verilmedi.
7. DİKTATÖRLÜĞE DÖRT ÖNLEM
Cumhurbaşkanlığı sistemi, "Türkiye´yi diktatörlüğe veya tek adam yönetimine götürüyor" iddiası gündeme getiriliyor.
Bu tek kişilik hükümettir. Ama tek adam rejimi değildir. Tek adam rejimi otoriterliğe dayanan bir rejimdir. Kurulan sistem tam bir kuvvetler ayrılığını güvencelediği ve kuvvetler arasında bir denge sağladığı için buradan bir otoriterleşme çıkmaz, bu bir. İkincisi, yüzde 50+1 oy alan herhangi bir aday bir çoğulcu yapının desteğiyle bu oyu aldığı için onun sosyolojisi bu otoriterleşmeye izin vermez. Meclis kötüye kullanım ya da bir problem çıktığında mevcut Cumhurbaşkanına karşı harekete geçme ve seçimleri yenileme imkanına sahip olduğu için de çıkmaz. Dördüncüsü ve daha önemlisi, hiç bir hukuki sistem kendi başına bir otoriterlik üretmez ve kendi başına otoriterliği engelleyemez. Otoriterlik ve tek adamlık meselesi, ekonomik, sosyal, siyasal koşullara, ülkenin bulunduğu konjonktür, bölgesel ve küresel egemenlik savaşlarıyla ilgilidir. Bütün bunları söylemek, bu sistemden bir otoriterlik veya diktatörlük çıkar demek, bir hukuk mühendisliği yapmaktır. Onun temel kaynağı da şudur: Ya Meclisi de hükümeti de aynı parti alırsa? Bu demokrasiye inanmamaktır! Tam tersine, bu tezi ileri sürenler otoriterleşme imkan açıyor. Demek istiyorlar ki öyle bir sistem kuralım ki Cumhurbaşkanı bir partiden, meclis çoğunluğu başka bir partiden olsun. Bu hukuk mühendisliği ve halkın iradesini bastırmak değil midir? Tam tersine burada demokratik bir sistem, seçim ilkesine dayanan ve uyumsuzluk çıktığında halka giden bir sistem kurulmaktadır. Kötüye kullanım halinde de siyasi dinamikler, toplumsal tepkiler, o günün kamuoyu, demokratik reaksiyonlar devreye girecektir. Bu sistem sosyoloji ve siyasal dinamiklere alan açtığı için yani meşruiyeti çok güçlü bir sistem olduğu için, otoriterleşme eğilimi gösteren siyasiyi anında tasfiye eder.
8. SOLU DA TEMSİL EDİYOR
"Türkiye´nin toplumsal yapısının sandığa yansımasında, sol oyların yüzde 30´da kaldığı ve CHP´nin Cumhurbaşkanlığı sistemi ile hükümet kurma ya da ortağı olma olasılığının ortadan kalkacağı" savunuluyor.
İktisatçı İdris Küçükömer´in "Türkiye´de sağ soldur, sol da sağdır" analizini hatırlamak lazım. Günümüzde solculuğun esaslarını gelir dağılımında adalet, gelir güvencesi ve sosyal politikalar oluşturur. Ayrıca halkın karşısına tezle çıkma değil, halkın taleplerini teze dönüştürme siyaseti, sosyolojik siyaset solu belirler. CHP ise seçkinci, üstenci ve uzaktan temsil siyaseti yapar. Halka dayanmaz, yerel değildir, Batıcı, aydınlanmacı, modernist bir üstencilik üzerinden siyaset yapar. Çok enteresan, sosyal politikaları ve halka dayanan siyaseti, son 15 yıldır Türkiye´de kendisini muhafazakar demokrat olarak tanımlayan AK Parti uyguluyor. Bu anlamda, aslında Türkiye´nin solu da AK Parti´de temsil ediliyor. AK Parti ne sosyolojik olarak tek bir çoğunluğa ne de değer sistematiği ve kimlikler açısından tek bir çoğunluğa dayanıyor.
Türkiye´nin mevcut sosyolojik yapısına göre yüzde 50+1 oya ulaşan herhangi bir siyasal aktör, çoğunluğun desteğini almış demektir. Çünkü hiç bir siyasi aktör tek bir kimlik veya ideolojinin desteğiyle yüzde 50+1 oyu alamaz. Türkiye´nin bu çeşitlilik içeren yapısı içinde yüzde 50+1 almak, çoğulculuğun minimum tabanıdır. Yüzde 50+1´i alan Cumhurbaşkanı, çoğulcu bir yapının desteğini alarak oraya geleceği için hiçbir zaman çoğunluğun azınlık üzerinde egemenliğini sağlayacak şekilde bir pratik üretemez. Çünkü böyle yaparsa o çoğulcu yapı dağılır, onu karşısına almış olur. CHP, esas itibariyle monolotik bir ideolojik anlayışa sahip, CHP´nin çoğulculaşması lazım. Milli ve yerel dediğimiz kavramın içeriği de budur. Yerel değerleri üzerinden toplumu kavramak, toplum mühendisliğinden, siyaset ve hukuk mühendisliğinden kaçınmak. Toplumun değerleri, talep ve ihtiyaçları üzerinden siyaset üretmek ve tez dayatmamak. Şu anda gelinen noktada bu çok önemli. Türkiye´de şu anda önceliğimiz artık yurtseverliktir. Tabii ki yurtseverliği güçlendirirken demokrasiyi geliştirmek de diğer bir yükümlülüğümüzdür, değişimden kaçamayız ama değişimi ülkemizin bütünlüğünü gözeterek yapmak zorundayız.
|